Nietzsche
Nietzsche, insanı bir sistem içinde ele almaz.
Doğrudan yaşayan somut insanı felsefesinin merkezine koyar. Bunun anlamı,
Nietzsche’de insanın tür olarak ele alınıp, onu diğer canlılardan ayıran
özelliğinin tüm insanlığa genellenmesi söz konusu değildir. Yani insanların
akıl varlığı gibi ortak bir payda altında toplanıp, evrensel bir soyutlamayla
eşit kılınması ve aralarındaki farkın salt bir derece farkına indirgenmesi
mümkün değildir. İnsanlar arasında da bir yapı farkı vardır Nietzsche
“insan nedir?” sorusunu ‘değerler problemiyle’ birleştirerek felsefesinin
merkezine yerleştirmiştir.
Nietzsche’nin ortaya koyduğu felsefe de, insana gerçekliği
değerlendirmesi açısından bakılmaktadır.Yani insanı, insanlararası ilişkilerinde
kavramaya calışır. Nietzsce’de insanlar realiteyi görebilme ya da
görememelerine göre üç ana tipte toplanır: sürü insanı, üst insan ve özgür
insan. Nietzsche sürü insanından kalabalık, yığın, halk, bilge olmayan, iyi
insan, zayıf insan, köşesiz insan, boynuzlu manda, zehirli örümcek, nasibi kıt
şeklinde söz eder. Bu insan tipi realiteyi kendi gözleriyle değil, hakim moral
görüşlerin penceresinden görür. Kendisine yapmalısın denilen şeyleri
sorgulamadan yapar. Üst insan ise, kendi gözleriyle gördüğü realiteyi tabii
değerine uygun olarak değerlendiren, yeni değerler yaratan insandır. Bu iki
insan tipi arasında ise özgür insan yer alır. Özgür insan mevcut değer
yargılarının sahteliğini görür, onları kullanmaz ama yerine yenilerini de
koyabilecek durumda değildir. Üst insanın geçirdiği bir ara dönemdir bu. (M.Günay,
Felsefe Tarihinde İnsan Sorunu, 2010:141-142)
Nietzsche’ye göre, sürü insanı kimdir? Sürü
insanı günlük dilde “kötü insan” denilen, ahlak kurallarına saygı göstermeyen
insan ya da yığın insanı değildir. Sürü insanı, ahlaklı insandır. Her çeşidiyle
sürü insanı, gerçeklikte olan ahlakın ve onun gereklerinin sınırları içinde var
olan, yapıp ettiklerini değerlendirmelerini bu ahlakın değer yargılarına
uydurmaya çalışan insandır.
Sürü insanı için, bütün değerlerin, insan ile ilgili her şeyin değerlendirilmesi kendisinden önce yapılmıştır. Kişinin tek yapacağı, bunlara göre yaşamak, yapıp ettiklerini bu değer yargılarına göre ayarlamaktır.
Sürü insanı için söz konusu ahlak ve onun değer yargıları tartışma konusu bile değildir. Çünkü sürü insanı için, bunları tartışma konusu yapmak ahlaksız davranışta bulunmaya eştir. Bu konuda özgür olabileceğinin farkında bile olamayan sürü insanının yaptığı tek şey, söz konusu ahlaka boyun eğmektir. Bu yüzden sürü insanının yapıp ettiklerini yöneten, olayları ve durumları kendi gözleriyle görmesine dayanan kendi değerlendirmeleri değil, geçerlikte olan ahlakın değer yargılarıdır.( İonna Kuçuradi, Nietzsche ve İnsan, 43-44 )
Nietzsche’ye göre, “İnsanların var olduğu bütün zamanlar boyunca insan sürüleri de (aile grupları, topluluklar, kabileler, halklar, devletler, kiliseler) var olmuştur. Her zaman küçük sayıdaki buyurucularla karşılaştırıldığında boyun eğenlerin sayısı çok olmuştur. Dolayısıyla boyun eğmenin, insanlar arasında en iyi ve en uzun uygulanan eğitim olduğu kolayca varsayılabilir. Ortalama olarak her bir boyun eğme gereksinmesi doğuştandır; bir çeşit formal vicdan olarak, bizden talep ettiği şudur: “Herhangi bir şeyi koşulsuz olarak yapmalısın.” Bu gereksinme kendi kendini yerine getirmeye çalışır, formunu bir içerikle doldurarak; gücüne, sabırsızlığına, gerilimine göre, kaba bir iştah olarak şeyleri yakalar, çok az ayrım yapıp, kulağına bağırılan her şeyi kabul eder. Nietzsche açısından, insan gelişiminin tuhaf sınırlılığı, duraksayan çok uzayan, sık sık geri dönen, döngüsel olan bu boyun eğme, sürü içgüdüsünün en iyi biçimde miras kalmasındandır. “Bu içgüdünün en aşırı noktasına doğru ilerlediğini düşünelim bir kez; sonunda buyuranlar ve bağımsızlar eksilecektir; ya da içten içe kötü bilincin açısını çekeceklerdir, buyurmadan önce kendilerini aldatmayı zorunlu bulacaktır.” (Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, 1989:104) Kendi döneminin Avrupasını böyle betimler. Nietzsche’ye göre, “Avrupa’daki sürü insanı, kendisinin biricik uygun insan tipi olduğu görüşünü veriyor, onu evcilleştiren, geçimli ve sürü için yararlı kılan özelliklerini yüceltiyor; sanki onlar has insan erdemleriymiş gibi. Dayanışma, lütuf, itibar, çalışkanlık, ölçülülük, alçak gönüllülük, hoşgörü, acıma, liderlerin ve kösemenlerin kaçınılmaz olduğu sanıldığı durumlarda insan, bugün buyurucuların yerine kurnaz sürü insanlarını koyup, onları bir araya getirmeye çalışıyor durmadan: Tüm meclise dayanan anayasaların kökeni budur.” (Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde,1989:104-105) Görüldüğü gibi Nietzsche’ye göre sürü insanı herhangi bir yığın insanı değil, aralarında belli bir ahlakla bağlı, o sürünün bir zamanlar ayakta durmasını sağlamış bir ahlakla bağlı (aile, devlet, parti, vb.) insan birlikleridir.
Sürü insanı için, bütün değerlerin, insan ile ilgili her şeyin değerlendirilmesi kendisinden önce yapılmıştır. Kişinin tek yapacağı, bunlara göre yaşamak, yapıp ettiklerini bu değer yargılarına göre ayarlamaktır.
Sürü insanı için söz konusu ahlak ve onun değer yargıları tartışma konusu bile değildir. Çünkü sürü insanı için, bunları tartışma konusu yapmak ahlaksız davranışta bulunmaya eştir. Bu konuda özgür olabileceğinin farkında bile olamayan sürü insanının yaptığı tek şey, söz konusu ahlaka boyun eğmektir. Bu yüzden sürü insanının yapıp ettiklerini yöneten, olayları ve durumları kendi gözleriyle görmesine dayanan kendi değerlendirmeleri değil, geçerlikte olan ahlakın değer yargılarıdır.( İonna Kuçuradi, Nietzsche ve İnsan, 43-44 )
Nietzsche’ye göre, “İnsanların var olduğu bütün zamanlar boyunca insan sürüleri de (aile grupları, topluluklar, kabileler, halklar, devletler, kiliseler) var olmuştur. Her zaman küçük sayıdaki buyurucularla karşılaştırıldığında boyun eğenlerin sayısı çok olmuştur. Dolayısıyla boyun eğmenin, insanlar arasında en iyi ve en uzun uygulanan eğitim olduğu kolayca varsayılabilir. Ortalama olarak her bir boyun eğme gereksinmesi doğuştandır; bir çeşit formal vicdan olarak, bizden talep ettiği şudur: “Herhangi bir şeyi koşulsuz olarak yapmalısın.” Bu gereksinme kendi kendini yerine getirmeye çalışır, formunu bir içerikle doldurarak; gücüne, sabırsızlığına, gerilimine göre, kaba bir iştah olarak şeyleri yakalar, çok az ayrım yapıp, kulağına bağırılan her şeyi kabul eder. Nietzsche açısından, insan gelişiminin tuhaf sınırlılığı, duraksayan çok uzayan, sık sık geri dönen, döngüsel olan bu boyun eğme, sürü içgüdüsünün en iyi biçimde miras kalmasındandır. “Bu içgüdünün en aşırı noktasına doğru ilerlediğini düşünelim bir kez; sonunda buyuranlar ve bağımsızlar eksilecektir; ya da içten içe kötü bilincin açısını çekeceklerdir, buyurmadan önce kendilerini aldatmayı zorunlu bulacaktır.” (Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, 1989:104) Kendi döneminin Avrupasını böyle betimler. Nietzsche’ye göre, “Avrupa’daki sürü insanı, kendisinin biricik uygun insan tipi olduğu görüşünü veriyor, onu evcilleştiren, geçimli ve sürü için yararlı kılan özelliklerini yüceltiyor; sanki onlar has insan erdemleriymiş gibi. Dayanışma, lütuf, itibar, çalışkanlık, ölçülülük, alçak gönüllülük, hoşgörü, acıma, liderlerin ve kösemenlerin kaçınılmaz olduğu sanıldığı durumlarda insan, bugün buyurucuların yerine kurnaz sürü insanlarını koyup, onları bir araya getirmeye çalışıyor durmadan: Tüm meclise dayanan anayasaların kökeni budur.” (Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde,1989:104-105) Görüldüğü gibi Nietzsche’ye göre sürü insanı herhangi bir yığın insanı değil, aralarında belli bir ahlakla bağlı, o sürünün bir zamanlar ayakta durmasını sağlamış bir ahlakla bağlı (aile, devlet, parti, vb.) insan birlikleridir.
Oysa
Nietzsche açısından sürünün dışına çıkmak gerekir. İşte bunu başaracak olan
özgür insandır. Şimdi Nietzsche’nin özgür insandan ne anladığına geçelim. Özgür
insan nasıl bir insandır? Kimdir özgür insan? Nietzsche’ye göre, özgür insan, ahlak
dışı insandır. “Özgür insan, içinde yetiştiği ve yaşadığı sürüden kopmuş, kendi
yolunu arayan, insan ile ilgili şeyleri, insanın her şeyini kendi gözleriyle
görmek isteyen insandır.” Ancak özgür olma yolunda her kişi, birkaç dönem
geçirmek, birkaç basamak inip çıkmak zorundadır. Bazı kişiler bu basamakların
herhangi birinde takılıp kalırlar, asla ileri gidemezler. Böyle durumlarda
çeşitli “kopmuş insan” tipleri, değerler karşısındaki tutumları bakımından başka
başka olan çeşitli “kopmuş insan” tipleri ortaya çıkar.Geçerlikte olan ahlakın
dışına çıkan ilk adım, “büyük kopma”dır. Ahlaki değerlerin ve değer
yargılarının havada kaldığının farkına varan kişi “büyük kopma”nın sınırına
gelmiş demektir. (İ. Kuçuradi, Nietzsche ve İnsan, s.81-82) İşte bu noktada
insanın karşısına nihilizm sorunu çıkmaktadır. Bu temel problem karşısında
ancak etkin ve aktif olan kişi, terk ettiği değerlerin yerine yeni değerler
yaratma ve ortaya koyma imkanı bulabilir.
Ahlakdışı kavramından ise Nietzsche şunu
anlar: “Aslında iki yadsıma
girer ahlakdışı sözcüğümün içine. Bir yandan, şimdiye kadar en yüksek sayılan
bir insan tipinin, iyileri, iyilikseverleri, iyilik yapanları yadsıyorum; öte
yandan, gerçek ahlak diye geçerli ve egemen olan bir tür ahlakı, dekadans
ahlakını, daha somut deyimiyle Hıristiyan ahlakını yadsıyorum.” (Nietzsche,
Ecco Homo,1983:114)
Özgür insan, birçok
erdemleri olmasını asla istemeyen insan tipidir. Özgür insan tek erdemi ister
ve kendi erdemini sever; onun için mücadele eder, savaşır. Kısaca onun için
yaşar.Özgür insanın bütün değerlendirmelerine ve bütün yapıp ettiklerine yön
veren düşüncesi; insanın getirdiği ideal, hiçbir zaman ona doymadığı idealidir.
Yani, yaratıcı insanın ideali, trajik insanın idealidir.(M. Günay, Felsefe
Tarihinde İnsan Sorunu, 2010:146)
Özgür insan, ahlaki değer
yargıları kurmaz. Özgür insan, iyinin ve kötünün ötesine geçmiştir. Ama kendisi
ahlak dışı bir insan olsa da çeşitli değerlendirme tarzlarının varlığını, zıt
değerlendirmeler yapan insanların varlığının farkındadır. Hangi anlama gelirse
gelsin, iyi ile kötünün hayat için kaçınılmaz olduğunu; belli bir açıdan
görmenin kaçınılmaz olduğunu bilir. İnsanı küçümser. Çünkü insanı dar yapan
insandır; insanı sever çünkü bu dünyaya anlam katan ve değer kazandıran
insandır; ayrı ayrı yapıda olan insanlar.
Özgür insan, bu dünyanın
realitelerinin anlamlarını, kendi gözleriyle görmek ister. İnsanlarla ilgili
her şeyin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini görerek hiç olmazsa bunun da
yolunu açmak ister. Özgür insan bu anlamda hazırlayıcı insandır. Açtığı yol,
üstinsanın yoludur. Sonuç olarak diyebiliriz ki, özgür insanın bütün
değerlendirmelerine yön veren bir tek düşünce vardır. Bu da özgür insanın,
üstinsana ulaşabilmesi uğraşısıdır. Özgür insanın yüceliğini belirleyen neden,
sadece kendini kurtarması, kendini özgür kılması değil, bütün bunları ne için
yaptığını bilmesi ve bunu başarmasıdır. Kişi yabancılaşmasını kendi ego tatmini
ya da çıkarı için değil, bir ideal uğruna, gelecek olana yolu hazırlamak için
aşar.
Üst insanı tanımlamak gerekirse:
üstinsan, geleneksel ahlakı köle
ahlakı olarak görüp değerlendiren, eşitlik kavramına karşı çıkıp, ahlaki
değerlerin son çözümlemede insanın gerçek doğasına, insandaki güçlü olma
isteğine dayanması gerektiğini öne süren Nietzsche’nin öngördüğü bir insanlık
düzeyi; insan evriminin bundan sonraki aşamasında ortaya çıkacak bir insan tipi
olarak, değerleri gözden geçirme, yeni baştan yaratma ve güçlü olma isteğini
hayata geçirme cesaretinde olan insan için kullanılmaktadır.(Ahmet Cevizci,
Felsefe Sözlüğü, 2003:406)
Anlaşılacağı üzere, trajik
insan güçlü olma isteğine dayanır, güç istemiyle hareket eder. Güç istemi,
Nietzsche felsefesinin anahtar kavramlarından biridir. Güç istemi, yaşamdan
koparılmayan, hep yaşamla birlikte olandır. “Nerde canlı bir şey bulduysam,
orada güç istençleri de buldum” diyen Nietzsche’ye göre, tüm canlılar evreni,
insan yaşamasının öz belirlenimleriyle bezenir. Efendi olma, üste çıkma, güçlü
biçimindeki insana özgü görünümleri tüm canlılara aktaran Nietzsche, bir bütün
olarak evreni de güç istenci olarak yorumlamaktan çekinmez.” (Nemi Uygur,
Güneşle, 1997:292) Ancak Nietzsche, yaşama istemi ile güç istemini özdeş
saymaz. Nietzsche’de yaşamın en temel özelliği olarak güç istenci, yaşamayı,
bir eylemlilik ve etkinlik olarak ifade eder. Yaşamak, belli bir özü korumak
değil, bu özü aşmaktır. Her şey bu öz aşımına bağlıdır. Yaşamayı başlatıp
kımıldatan, yaşayanın hiç durmadan daha kuvvetli, daha güçlü olmayı
istemesidir. Yani, yaşama bütün yönleriyle güç istemidir.(M.Günay,Felsefe Tarihinde
İnsan Sorunu,2010:148)
Nietzsche, güç istemi kavramını, kendini yenme, kendini aşma gibi
sözlerle aynı anlamda kullanır. Yine güç istemi bir erdemdir. Çünkü güç
isteminin azaldığı ya da alçaldığı yerde bir düşüklük söz konusudur.
Nietzsche’de düşkün kişi ise, bulunduğu ile yetinen, daha fazlasını
istemeyendir. Ancak böyleleri yaşamaya ihanet ederler, hep kendi suçları
yüzünden yaşamayı kolayından alırlar. Oysa yaşamak tehlike içinde olmayı
gerektirir. İşte güç istemi, yaşamayı, tehlikeli bir serüven yapmakla birlikte,
aynı zamanda onu değerli kılmaktadır. Çünkü Nietzsche’ye göre, insan için salt
yaşayıp gitmenin doğal, bitkisel, biyolojik bir var olmanın hiçbir değeri
yoktur. İnsan tüm varoluşunu güç istemine borçludur. İnsanın herhangi bir
canlıdan ayrılan yönü onun güç istemidir. İnsanı insan yapan, hayvanların
üstüne çıkaran, yaşayışında güç isteminin yürürlükte olmasıdır. (Necmi Uygur,
Güneşle, 1997:298-299)
Nietzsche, güç istemi ile ilgili
açıklamalarını daha iyi ortaya koyabilmek için, “büyük adam” anlayışını ortaya
koyar. Ona göre, “büyük adam” güçlü adamdır. Büyük adam, kendisine güç istemini
şaşmaz bir buyruk yapmıştır. İnsanların en sorumlusu olarak, kendisini,
çevresini, başkalarını biçimler. Miskin güdülerden bağımsız, kendine güvenen ve
bu güveni boşa çıkarmayandır. Sözün salt anlamında ahlaklı, sağlam ve
yaratıcıdır. İşte böylesi insanlara sık rastlanmıyorsa da bu var olma
olanaksızlığından değil, olsa olsa, “öz-korunumu güdüsü” yüzünden, yine bu
güdünün yönettiği yanlış ve sakat bir toplum yüzünden, güç isteminin gölgede
kalmasından dolayıdır. İnsan türünün amacı olan Üstinsanın, Nietzsche deki
simgesi Zerdüşt’tür. Zerdüşt,geçmekte olan iyi ile kötünün ötesindedir.
(N.Uygur, Güneşle, 1997:299)
Bu bağlamda üstinsan ya da trajik insana dönecek
olursak, “trajik insan realiteyi olduğu gibi gören ve kavrayan insandır. O,
yeterince güçlüdür. Bu nedenle gerçekliğe yabancı olmuş ve ondan kopmuş
değildir. O, gerçekliğin kendisidir.”Öte yandan üst insan, hayata “evet” diyen,
hayatı olduğu gibi isteyen ve seven insandır. Hayata evet demek ise, varlık
çemberinin ardı arkası kesilmez, son bulmaz dönüşünü kavrayıp onu istemek
demektir. Kişinin hayata evet diyebilmesi için yeni kurulan yapılarla, yeni
başarılarla, her şeyi sürekli olarak yeniden değerlendirmesi gerekir.Hayata
evet demek, olduğu gibi hayatı savunmak, acıya da evet demek, acıyı da
savunmaktır. İşte hayata evet diyen trajik insan, yeryüzünün anlamıdır. Çünkü
dünya ve hayat, yaratıcı insanlarla anlam ve değer kazanır.(İ Kuçuradi,
Nietzsche ve İnsan, 102-103 ve 109)
Üstinsanı yeryüzünün anlamı olarak tarif eden
Nietzsche için, trajik insan, yeniden değerler ortaya koyan ve yaratan
insandır. Böylece bu insan tipi bu yeni başarılarıyla bir yandan geçmişi
kurtarır diğer yandan da geleceğe, insanın geleceğine yön verir. Nitekim
Nietzsche bu konuda şunları söyler:“Ödevim, insanlığın en yüksek anlamda
kendine döneceği, geriye bakacağı, ileriye bakacağı, rastlantının, rahiplerin
boyunduruğundan kurtulup niçin ve neden sorularını ilk kez toptan ortaya koyacağı
o anı, o büyük öğeyi hazırlamak olacak…”(Nietzsche Ecco Homo,1983:98-99)
Üstinsan, yaptığı değerlendirmelerle ölçü
veren, yasalar koyan, buyuran insandır. Onun işi sadece değerleri saptamak
değildir. Yaratıcı insanlar insanlık için ortaya koydukları amaçları ve
değerleri, önce kendileri denerler. Nitekim kendilerinin yapıp ettikleri ve
eserleri bunun birer göstergesidir. (İ. Kuçuradi, Nietzsche ve İnsan, 119-120)
Nietzsche “üstinsan” kavramıyla, o güne kadar
ki insanlıkla ve onun değerleriyle arasına bir sınır çizer. Ona göre, bütün
çağlarda insanlar ıslah edilmek istenmiştir. Ancak bu ıslah edilme sürecinde
insanlar, adeta varlıklarını tehlikeye atmışlardır. Yine insanlar, “yaşamın
uyartılarına karşı kinle dolmuşlar, daha güçlü ve mutlu olan her şeye karşı
kötümser bir kuşkuya bürünmüşlerdir.”(Nietzsche Putların Alaca Karanlığı, 1991:39-40)
Buna karşın Nietzsche, “Zerdüşt” tipi ile insanlığa yeni değerler kazandırmaya
çalışmıştır.
Nietzsche’nin “Zerdüşt” tipi ile yapmak
istediği şey, insanı ayakta tutan ve ona değerini kazandıran, geleceğe yön
veren, hedef koyan üst insanların ortaya çıkışını rastlantıyı elinde alıp,
insanlara “hedef olarak koymak”, yeryüzü kültürünün hedefi yapmaktır.(İ.
Kuçuradi, Nietzsche ve İnsan, 185)
İnsanlığa yeni bir yol göstermek, değerleri
yeniden değerlendirmek isteğinde olan Nietzsche’ye göre, insanın “her an
aşılmakta” olduğunun bir simgesi ve kişileşmesi olan Zerdüşt’te üst insan
kavramı, en büyük gerçek olmuştur. Nietzsche ‘Zerdüşt’ün kişiliğinde üstinsanı
bir varoluş tarzı olarak sunmaktadır. Nitekim Nietzsche, bu konuda şunları
söyler: “Bu mutlu sessizlik, bu tüy gibi ayaklar, bir an eksik olmayan bu
kabına sığmazlık, Zerdüşt’ün kişiliğini yapan ne varsa, hiçbiri büyüklüğün
ayrılmaz parçası olarak düşünülmemiştir daha önce. Zerdüşt kendini işte bu
yüzden, böyle geniş uzaylarda yaşayıp, en çelişik şeylere böylesine açık olduğu
için, en büyük varoluş biçimi saymaktadır….”(Nietzsche, Ecco Homo,1983:80)
Zerdüşt’ü “en büyük varoluş biçimi” nin
temsilcisi olarak kabul eden Nietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında,
Üstinsan öğretisi hakkında Zerdüşt’ün ağzından şunları söyler: Uzun bir
yalnızlık ve inziva döneminden sonra Zerdüşt insanların arasına dönmeye karar
verir ve bulunduğu yerin Pazar yerine giderek oradaki kalabalığa üst insandan
bahsetmeye başlar:"Üstinsanı öğretiyorum ben sizlere… Üstinsan anlamıdır
yeryüzünün.İradeniz desin ki: Üstinsan anlamı olacaktır yeryüzünün. Yalvarırım
sizlere… bağlı kalın yeryüzüne ve inanmayın sizlere dünya ötesi umutlardan
bahsedenlere… Bir zamanlar Tanrıya karşı işlenen günah, günahların en
büyüğüydü, ama Tanrı öldü, onunla birlikte öldüler o günahı işleyenler de.
Yeryüzüne karşı işlenen günahtır şimdi en korkuncu…”
Zerdüşt konuşmasını yaptığı pazar yerinde
kalabalığa konuşmasını şöyle sürdürür: “İnsan hayvanla üst insan arasına
gerilmiş bir iptir, uçurum üzerinde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir
yolculuk… tehlikeli bir ürperiş ve duraklayış. İnsanda büyük olan, bir köprü
olmasıdır onun, yoksa bir amaç değil… Ben, bilmek için yaşayanı ve bir gün
Üstinsan yaşasın diye bilmek isteyeni severim...”Ne yazıktır ki, seslendiği
insanlar Zerdüşt anlamazlar.
Nietzsche’nin Zerdüşt ile ilgili
açıklamalarından sonra, onun üstinsan ile ilgili düşüncelerini toparlayacak
olursak, üstinsan, her zaman için çağında ve çevresinde geçerlikte olan ahlakın
dışına çıkabilen, iyinin ve kötünün ötesinde olan insandır.
Üstinsan, sürü insanı ile taban tabana zıt
değerlendirme tarzına sahiptir. “Sürü insanının insanları değerlendirmesi,
onların tek tek eylemlerinin morale uygun olma veya görünmemesine dayanır.
Yaratıcı insan ise, insanların tek tek eylemleri karşısında hemen moral bir
değer yargısı sunmaz; bir bütün olarak kişileri değerlendirir.” Gerçek anlamda
insan olma hakkına sahip insanlar olduğunun gösterilmesidir. Çünkü Nietzsche’de
üst insan bir umuttur. Üst insan her alanda etki yaratacaktır. Üst insan ile
birlikte yitirilen “insan”ın gerçek anlamı tekrar kazandırılacaktır.